Değişik, sıradışı bir balayı tatili hayal etmiştik. Çok uzaklara gidelim, kıta değiştirelim derken, Güney Amerika’yı tercih ettik. 10 günde 3 ayrı şehri dolaşacaktık. Ya birşey aksarsa, bir aksilik olursa.. üstelik balayımızda. Risk almaya değerdi, Geographika’ya güvenmiştik. Bizim istediğimiz tarihlerde ve istediğimiz şehirlerde, bize özel hazırlanmış bir tatildi.
Kasım 2012’de hemen düğünümüzün ertesi günü Rio’ya uçtuk. Ertesi gün yükseklerde, Christ the Redeemer, Sugar Loaf’a tırmanırken bulduk kendimizi ve bir anda bu tropik iklime alıştığımızı hissettik. Ara sıra yağan yağmur Rio’daki karnaval havasını hiçbir zaman eritemiyor. Kumsallarda her zaman beraber futbol oynayabileceğiniz birilerini bulabiliyorsunuz. Koşmayı seven biri içinse uçsuz bucaksız sahil şeridi bulunmaz bir fırsat. Doyana kadar yiyebildiğimiz barbekü restaurant’ları, samba show’lar. Bunların hepsi bir anda gerçek olmuştu bizim için.
Iguazu’ya geldiğimizdeyse asıl tatilimizi farklılaştıran kısım işte bu dedik. Brezilya ve Arjantin’in şelalelerle ayrılan sınırındaydık. Iguassu‘nun Brezilya kısmına uçakla gelip, Arjantin sınırını gün batımında karadan geçtik. Dünyanın yedi yeni harikasından biri olan şelaleleri sonunda görebilecektik. Estorion oteli bizi odamızda şampanya ile karşıladı. Çok güzel bir balayı suitinde konakladık. Otelin restaurant’ındaki barbekü keyfimize ise diyecek yoktu. Güney Amerika’lılar barbekü işini gerçekten iyi biliyor..
Ertesi sabah heyecanla Iguazu Ulusal Parkına gittik. Tüm gün şelalelerin fotoğraflarını ormanın içerisindeki ve zaman zaman nehrin üzerinde yapılan yürüme yollarından dolaşarak çektik. En büyük şelale Union Fall’dan 40-50 metre uzaklığında bile olsak ulaşan damlalar, bizi sanki denize girmişiz gibi ıslatıyordu. En az bizim kadar meraklı ve kalabalık bir ekiple beraber şelalelere daha da yaklaşma kararı aldık ve nehirdeki bot turuna katılmaya karar verdik. İki şelalenin altında çığlıklar içinde ıslanırken bizi kameraya çeken ve gülmekten yerlere yatan kaptanları hala unutamıyoruz.
Ve Buenos Aires.. Son durak. Uçaktan indiğimizde bizi karşılayan rehber ile tango gecesine mi gitsek yoksa San Telmo’da antik pazarları mı gezmeyi mi gitsek diye konuşuyorduk. Otele gidip eşyalarımızı bıraktığımızda ise fikrimiz tamamen farklıydı. Bavulları bile açmadan Velez – Bocca Juniors maçı için şehir merkezinin dışına giden bir otobüse atladık. Yol tarifi istediğimizde vatandaşların ve trafik polislerinin siz turist değil misiniz, maça neden gidiyorsunuz demelerine gülümseyerek stada ulaştık. Maç çıkışında tanıştığımız Galli bir çiftin, eşime karını balayında maça mı getiriyorsun diye sorması üzerine bayağı gülmüştük. Tango ile ünlü bir şehirde, kültür olmaması mümkün değil.. Heryerini yürüyerek dolaşabileceğimi düşünmekle hata ettiğimi anladığım bu şehirde alışveriş yapmak da oldukça keyifliydi. Deri ve ayakkabının oldukça ucuz olması ayrıca gözümüze çarpan başka bir detaydı. Bir de sütlaca benzeyen fırınlanmamış pirinçli ve oldukça lezzetli tatlı birçok restaurant da karşınıza çıkabilir.