Kuzey Kutbu Turu Anıları – Yunus Topal
Dünyanın en az ziyaret edilen yerine ayak basmak.. Hayaller ve planlar…
Her şey içimdeki keşif ve macera duygusunun beni dürtmesi ile başladı, yeni yerler görmeliydim, yeni bir şeyler çekmeliydim ve bunu herkesten farklı bir şekilde yapmalıydım. Geographika’dan önce, web taramalarımda gördüğüm ilanların hiç biri mantıksal bir durum barındırmadığı gibi, gerçekleşmemiş, sadece müşteri çekmek için verilmiş iddialı ilanlardan ibaretti. Hatta karşımda muhatap bulduğum kişiler sorularıma yanıt verecek bilgiye vakıf bile değildi. İçimdeki bastırılamaz duygular yoğunlaştıkça telefonumun diğer ucunda Geographika’dan Efecan bey imdadıma yetişti. Çocukluk hayalim olan kutup noktalarına gitme arzusunu gerçekleştirmeme bir telefon kadar yakındım, Geographika’nın uzman ekibinden Efecan bey bana bu işin ne kadar mümkün olduğunu ve olabileceğini gösterdi. Zaten web sayfalarında, bu ekstrem durum için yaptıkları bir programın varlığından bahsetti detaylarını anlattı.
Kutba gitmeliydim, bu programa katılmalıydım, benim için bir var oluş süreciydi bu ve gerçek oluyordu, “Eğer hayalini kurabiliyorsanız mümkündür.” demişti Efecan. Zihinsel olarak bu duruma alışırken içimde geceleri beni uykusuz bırakan bir heyecanı bastırmakta zorlanıyordum. Bir gün Efecan ile telefonla bu konuyu konuşurken bana uçuşlar, aktarmalar, biletler, tarihler ve ince ince düşünülmüş bir program olması gerektiğinden bahsetti, konuşmamız esnasında bir yandan da bilgisayar başında tarihlere, detaylara bakıyor, gemi de yer olup olmadığını kontrol ediyordu, birkaç saat içinde bana döneceğini söyledi, kapattık. Birkaç saat olmadan gayet ciddi biçimde çalışılmış en ince ayrıntısı düşünülmüş bir program ile bana dönüş yaptı kabul ettim anlaştık. Yola çıkmamdan bir ay kadar önce adresime gelen kargoda konfirme edilmiş, onaylanmış biletler, transferler, konaklama ve beni kuzey kutbunun buzları arasına götürecek olan geminin evrakları vardı. Ayrıca seyahatim boyunca hayatımı kolaylaştıracak bilgiler içeren notlar, deriden hazırlanmış pasaport ve bagajıma takmak üzere bagaj isim kartı geldi.
En uzak yer Svalbard…
Heyecanla ve keyifle gecen uçak yolculuklarından sonra Longyearbyen, Spitsbergen Adası, Svalbard Takımadaları’na ulaştım, beni bir araç gelip aldı ve konaklama yapacağım yere götürdü, adımı söyledim ve bana ayrılan odanın anahtarını aldım. Bunları hepsi bana postayla gönderilen konfirme evraklar sayesinde sorunsuz çok kolay gerçekleşti. Bulunduğum yer 79,56 paralelde; yani artık Kuzey Kutup dairesindeyim… Kuzey yarım kürenin son yerleşim yerinde hava nispeten soğuk ve dışarı da her yerde kar var. Nerdeyse iki gün süren uçak yolcuğunun yorgunluğunu unutarak kendimi heyecanla dışarıya attım. Elimde fotoğraf makinem, çevreyi keşfetmeliydim. Bulunduğum yerdeki en büyük binaya gözümü diktim ve yanına kadar gittim. Longyearbyenlilerin ihtiyaçlarını karşıladıkları bir dükkân, bir mağaza, bir spor salonu ve bir galerinin olduğu bir bina ve bu binanın üzerinde 79,56 Welcome to Northpole (Kuzey Kutbuna Hoş geldiniz) yazıyor. Sokak da çok az insana rastlıyorsunuz ve merakla birbirinize selam veriyorsunuz, bu çok güzel bir duygu uyandırıyor içimde. Dünyanın en uç noktasındaki son yerleşim yerindesiniz kutup noktasının girişindesiniz ve tanımadığınız insanlar size merhaba diyor, gülümsüyor. İçinizden konuşmak sohbet etmek geçiyor ama ben bu sohbetlerin uzamasını şimdilik istemiyorum, nedeni; keşfetmeye devam etmeliyim, merakımı gidermeliyim, beni buraya kadar getiren serüveni yaşamalıyım, konuşarak zaman kaybetmek istemiyorum.
Longyearbyen, 2040 kişinin yaşadığı irili ufaklı 50 yapının bulunduğu, küçük bir hava alanı, bir kilise ve bir radyo istasyonun olduğu bir yer. Burada kentin dışına çıkmak için izin almak gerekiyor. Çevrede olan ayı nüfusu orda yasayan insan nüfusundan fazla olduğundan muhakkak yanınıza bir gürültü çıkarmak amacıyla silah almanız gerekiyor orda da çok rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Burada yaşayan 2040 kişi ya araştırmacı ya da benim gibi maceracılara hizmet ve destek olmak amacıyla burada bulunan kişiler oluyorlar ve yerel yönetim hizmetini veriyorlar. Her yer tertemiz ve her yapının girişinde kar motoru, kayak takımı ve bir ren geyiği boynuzu görmek mümkün. Doğaya saygı burada bir nevi yaşam biçimi her şey insan ve doğanın ortak yaşamı üzerine kurulu, o kadar ki bir caddenin sağına soluna yerleşmiş olan Longyearbyen’in binaları arasında bir ren geyiği grubu görmem beni çok şaşırttı, normal koşullarda bizim ülkemizin nüfusunun yüzde 70’i hayatında geyik görmemiştir. Müthiş bir duygu benim için sarılıyorum fotoğraf makinama …
Kente bakıyorum, hakim bir noktadan limana bakıyorum beni kutup noktasına doğru buzlar arasında götürecek olan MS Expedition gemisini görmek umuduyla ama gemi limanda değil henüz çünkü uzaktan bütün ihtişamıyla yaklaşıyor, yavaş yavaş. O an aklıma gemide ekspedisyon lideri olan kişiyi aramam gerektiği aklıma geliyor, Geographika’dan gelen evraklar arasında buluyorum numarayı ve arıyorum. Barbara FOGDEN ile konuşuyoruz, adımı söylüyorum ve hemen atılıyor, “Biliyorum erken geldiğinizi” diyor ve kaldığım yerde ertesi sabah için randevulaşıyoruz. Hava giderek soğuklaşıyor kalacağım yere doğru dolaşarak gitmeyi düşünüyorum etraftaki uyarılara dikkat ederek deniz kenarına kadar iniyorum beni kutup kuşları paffinler, paktalar, ördekler karşılıyor onları rahatsız etmeden fotoğraflarını çekiyorum ölmüş bir beyaz ayının yanından geçiyorum onu da fotoğraflayarak ölümsüzleştirerek ironi yapıyorum, uzaktan inceliyorum.
Okyanusun ötesinde, Svalbard dağları ihtişamla bembeyaz duruyor karla kaplı tepelerinde bulutlar ve rüzgar… O dağların kocaman buz kütlesi olduğunu düşünüyorum ve onların da arkasına, kuzey kutbuna doğru okyanusu aşarak, buzları kırarak gidecek, kutup ayıları, balinalar, ayıbalıkları görecek olmam ve onları fotoğraflayıp, videolarını kaydedecek olmam ve bunu Türkiye’den bu kutbun bu kısmında ilk benim yapıyor olmam çok heyecan verici, içim içime sığmıyor. Buluşma noktam olan yere dönüyorum. Havanın aydınlığı ile aksam yemeğini kaçırmışım saat 22:00’yi geçiyor ama dışarısı öğlenin 12’si gibi aydınlık olmasından dolayı yanılmışım. Kuzey kutbunda 6 ay geçe ve 6 ay gündüz sürüyor, hava sıcaklığı yıl ortalaması -50, yaz yani gündüz mevsimi ortalaması -29 bu soğukluk zaman zaman fırtına ve rüzgarın etkisi ile daha çetin olabiliyor. Bir bayan personel bana bir sandviç ve kahve buluyor, teşekkür ediyorum. Mutlu oluyorum, dışarı çıkıp güneşin altında kahvemi yudumlayıp sandviçimi yiyorum. Derken bir grup geliyor, neşeliler, aralarında konuşuyor şakalaşıyorlar, botları çıkarıp içeriye uygun ayakkabıları giyiyorlar (kutup noktasının her yerinde dışarıda giyilen ayakkabılar içerilerde giyilmiyor) bizim alışkın olduğumuz kültür burada bir zorunluluk. Benim tam kalkacağım sırada bir bayan yanıma geliyor ve merhaba diyor ardından ağzından adımı duymak beni şaşırtıyor. Biraz önce gelen grup, geminin ekspedisyon liderleri ve benimle konuşan da Barbara FOGDEN, tanışıyoruz. Gemi limana gelince onlarda buraya gelip bir şeyler içerek ertesi günün hazırlığını yapıyorlarmış, Macar olduğunu ve ortak tarihimiz olduğundan ve benim de tanıdığı ilk Türk olduğundan övgüyle bahsediyor. Ertesi gün bir uçağın daha geleceğini, o uçaktan da gelenler olacağını ve ondan sonra gemiye bineceğimizi söylüyor. Gidip dinlenmemi tavsiye ediyor; yarından sonra yaşayacağım heyecandan dolayı uyuyamayacağımı söylüyor.
Kuzey Kutbuna doğru…
Ertesi günde gemiye geçiyoruz, verilen eğitimler ve sunumları izliyoruz, bir yandan da kuzey kutbuna doğru okyanusu aşmaya başlıyoruz. Gemide herkesi ortak duygular bir araya getiriyor olmasından dolayı herkes arkadaş gibi bir biri ile yıllardır tanışıyormuş gibi bakıyor, konuşuyor. Benim kamarama bir Amerikalı bir İngiliz düşüyor. Amerikalı David Ukla Üniversitesinde doçent ve İngiliz Robert, parası bol olan bir gezgin.
Gruplara ayrılıyoruz, ona göre ekspedisyon liderleri belirleniyor. Polar bear 1 grubuna düşüyorum, hayatımın en güzel tesadüflerinden biri; ben, National Geographic, Discovery Chanell ve BBC ile aynı ekibe düşüyorum. Bizim liderimiz ona göre planlama yapıyor; biz fotoğraf ve video çekeceğiz. Diğer gruplar arasında araştırmacı, meteoroloji uzmanı, natüralist, jeologlardan oluşuyor ve sadece gezmek, keşfetmek için gelenler de boligua yani balina grubuna dahil ediliyor.
Biz polar bear grubu olarak her zaman Zodyaklarla ilk önce karaya çıkıyoruz, çekimlerimizi yapıyoruz. Ben, bu Zodyak surecilerinin akabinde, 2’şer saatlik dinlenmelerle günü geçiriyorum ve yatağa yorganın altına girmiyorum. Çünkü zamanı verimli kullanmalıyım her anı yaşamalıyım hiç bir şey gözden kaçmamalı. Zaman az ve kıymetli, ne kadar çok şey görür, ne kadar çok şey yaşarsam, o kadar daha dinlendirici oluyor benim için, yorulmuyorum. Sürekli çekimler yapıyorum, ayılar, balinalar, kuşlar, ayı balıkları, morslar, buzullar, balina avcılarının terk edilmiş kampları ve hatta balina fosilleri, mamut fosili dahi çekiyorum.
Mutluluğum tarif bile edilemez. Bir işi başarmanın vermiş olduğu keyif, kutuplarda olmanın heyecanı ve çekimlerin en az üç bölümlük belgesel olabileceğini bilmek beni çok mutlu ediyor. Her şey o kadar güzel ve büyüleyici ki… Unutuyorsun her şeyi, hiç derdin olmuyor kutupta; hatta, -29, -30 olan hava sıcaklığı açık denizde -50 gibi geliyor ve makinem donuyor, perde yaprakları dağılıyor, kullanamıyorum, bu dahi üzmüyor beni. Nazarı çıktı diyorum, kalan ekipmanla devam ediyorum. Kutup noktasında olmak zihnimi hafifletiyor, ufkumu açıyor, müthiş bir özgüven veriyor; “ne yaptım ben, ben burada mıyım?” diyorum.
Buzullardan kopmuş buz dağlarını geçiyoruz. Okyanusta yüzen buz kütleleri ve üzerine konmuş kuşlar, üzerine çıkmış bıyıkları donmuş ayı balıkları görüyoruz. Zaman zaman buz çölünü gemimiz kırarak geçiyor ve Zodyaklarla karaya çıkıp buzullara dokunuyoruz üzerinde yürüyoruz. Hava soğuk, buzullardan gelen çıtırtı sesi ürkütücü bir güzellikte ve ekspedisyon liderlerimiz her an elleri tetikte, gözleri dürbünde ayı saldırısına karşı bizleri ve Zodyaklarımızı morsların dişlerinden koruyor. Çünkü ayılar insanlara saldırabiliyor ve morslar da Zodyakları dişleri ile batırabiliyor. Böyle bir yakınlaşma anında ne yapacağımız bize gemi de öğretildiğinden temkinli oluyoruz. Liderleri gözden kaybetmeden, uyarılara dikkat ederek, çekimlerimizi doğaya saygı duyarak yapıyoruz. Gemiye döndüğümüzde bir tek ayak izlerimiz geride kalıyor, birde hafızlarımıza makinelerimize kaydettiğimiz görüntüler. Her an, her saniye aksiyonlu geçiyor; bazen balina sürüsü eşlik ediyor yolcuğumuza, bazense ayılar gelip merakla inceliyor gemimizi, bazen de devasa büyüklükte buz parçalarını geçiyoruz ve çekimler yapıyoruz. Derken, okyanusun üzeri tamamen buzullarla kaplanıyor, 10 katlı bina büyüklüğünde buzulların yanında geçiyoruz, hayretlerle inceliyoruz ve buzları gemimiz kırarak ilerliyor. Etrafta ufuk çizgisinden başka hiçbir şey görünmüyor, hava çok soğuk geminin demirleri donuyor, buzla kaplanıyor, ama bizim içimizdeki heyecandan olsa gerek, üşümüyoruz, soğukluğu hissetmiyoruz.
Gemimiz MS Expediton, 6 katlı bina büyüklüğünden daha yüksek ve yaklaşık olarak 165 metre uzunluğunda, mürettebat dahil 180 kişi kapasiteli. 55 kadar Filipinli güler yüzlü personel her türlü konuda işlerimizi kolaylaştırmak için çalışıyor. Gemimiz kutup ve buz koşullarına dayanıklı buz kırma donanımına sahip, insanoğlunun yaptığı en güçlü gemilerden sayılır. Gemide her ulustan gazetelerinin ana sayfaları çıktı alınarak asılıyor ve gzel bir Lonely Planet kütüphanesine sahip. Yemekleri Albatros salonunda yiyoruz, özenle tasarlanmış bir de Polar Bear barı var, gezmek görmek için gelenler buradan ayrılmıyor. Gemide zaman zaman anonslar yapılıyor “köprü tarafında balina sürüsü, saat on yönünde ayı” gibi; her şey gemide 24 saat sonarlar radarlar izlenip bize bildiriliyor.
Ben geminin 360 derecelik panoramik güverte katına çıkıyorum, kimse yok, herkes ya kamarasında ya da alt güvertelerde salonlarda. Ben kendimi burada temize çekiyorum, yaşadığım tarif edilmez heyecanı özümsüyorum, başarımı özümsüyorum, içimdeki heyecanı dindirmeye çalışıyorum. Bu deneyim bende müthiş bir özgüvene dönüşüyor ve kendimi yeniliyorum; derin derin nefes alarak, “İşte ben buradayım” diyorum, hiç dönmek istemiyorum buradan. Bütün cesaretimi toplayıp buralara kadar gelmiş olmamdan dolayı kendimle gurur duyuyorum.
İçimden “Geographika ve Efecan bey iyi ki varsınız, büyük ve güzel işler yapıyorsunuz, farkında mısınız?!” diyorum. Bu, tarifi anlatılmaz ancak yaşanır deneyimi onlara borçluyum ve şimdi bu yazıyı yazarken aklımda Güney Kutbu var. Bu vesile ile İstanbul’a gidip bu Geographikanlarla yüz yüze tanışmak istiyorum.
Antarktika yolculuğumda bana yoldaş olacak olan varsa Geographika’dan ve Efecan beyden numaramı alabilirler, her türlü sorunuza da yanıt vereceklerdir. Arkanızda Geographika gibi bir profesyonel grup varsa aklınızda sadece gideceğiniz yer olsun gerisi heyecanınız olacaktır.
Hayat evin dışında, pencereden seyretmekle olmaz! Elinizle kapının koluna uzandığınızda macera başlıyor.
Ama yine de siz öncesinde Geographika’yı arayın; iyi bir programa ve iyi bir dosta ihtiyacınız olabilir.
Ne kadar öteye gidebilirsiniz?
Neyi göze alabilirsiniz?
Kendini keşfetmek için Sınırlarını keşfet!
Yunus Topal
Kuzey Kutbu Turu Anılarının size de ilham olması dileğiyle!